…9 yıl öncesi…

Eskişehir Esnaf Sarayı…

Katlar ve küçük dükkânlar arasında anlamsızca geziniyorum. İlk defa gittiğim, dışarıdan anlaşılıyor mu? Bilmiyorum, lakin ikinci kelimesi Saray olan,  dört duvar ve bir kapıdan oluşan, gökyüzüne açılan penceresi bulunmayan, koridorlara bakan vitrin camekânları,  içi-dışı elektrik ile aydınlanan dükkânlardakiler Esnaf…

Giyim, elektronik, pet shop, saat, hediyelik eşya,  lületaşı, çeyiz, organizasyon, terzi, çanta,  daha neler neler, maydanozlu köfteler… Deyince; aklıma ülkemizin zengin lezzet haritasında hemen gelenler Akçaabat, İnegöl (sevdiğimden iyi bilirim, maydanozsuz olur),  Akhisar, Balaban, Gaziantep,  Çine, Tekirdağ, Sultanahmet, Adapazarı geliverdi.  Son yıllarda yeri-yurdu belirsiz markalaşan köfteler de var ki,  biz Saray’a geri dönelim. Lokasyonu merkezi olan, 1973 yılında 500 ortak ile kooperatif olarak kurulan, 1985’de işletmeye açılan alışveriş merkezinde yok yoktur anlaşılan!

Dünyamız kendi ekseni etrafında batıdan doğuya doğru geceyi gündüze katıp, 24 saati devirirken,  yuvarlak ekranı elle çevrilebilen beyaz saatimin akrebi ile yelkovanı,  bir anda dönmez oldu! Birinci el, eşim tarafından Çin’den alınan, severek kullandığım, kimilerine göre aksesuar olan, zaman sayacıma pil taktırmak ile başlayan yaşadıklarım dile geldi ve bu yazıma konu oldu!

Esnaf Sarayı’nda pek çok saat dükkânı arasında tesadüfen bulduğum yer,  o gün bugündür evimizin saatçisi, örnek esnaflardan biri. Üst katlarda gezinirken,  şehrimize özgü lületaşını,  minicik dükkânında, yakın gözlüklerini takıp işleyen usta buldum bir keresinde de! 5000 yıllık geçmişi ile Beyaz Altın, denizköpüğü ya da Eskişehir taşı olarak adlandırılan lületaşından; anahtarlık, biblo, bileklik, tespih, broş ve pipo gibi ürünler yapılmakta. El emeği, sanat işçiliği üst düzeyde olan ustadan aldığım tüm ürünler için, HELAL OLSUN!  Sevdiğim pek çok arkadaşıma,  pazarlık etmeksizin alış-veriş yaptığım o minik dükkân… Lüle taşçımın tavsiyesi ile fermuarı bozulan çantamı yaptırdığım dükkân ise, tam karşısında. Amcayı görseniz pire gibi, ben 75-80 dedim, ustam dedi 86. Kimi zamanlarda,  eşi de kendisine eşlik ediyor. Gide gele; lületaşı ustasından,  çantacı amcanın gayrimenkul zengini olduğunu öğrendim. Yıllarca,  İstanbul Laleli’de çantacı olarak imalat ve satış yapmış. 5-6 dükkân sahibi olmuş.  Sonra;  “memleketime gideyim artık” demiş ve Esnaf Sarayı’ndan çok sayıda dükkân almış, lületaşı ustam amcanın kiracılarından biri.  Çantalarımı biraz geç tamir etse de, benim için sakıncası yok. Ufak tefek işlerde para istemem dediği de oldu valla!                    

Mart ayından bugüne, sadece insanların değil, dünya ekonomisinin de ciğerlerini söndüren Coronavirüs’den önce,  açık kahverengi çantamı götürmüş, aylardır da Esnaf Sarayı’na uğramadığımdan alamamıştım. Geçen haftalarda, “Maske, Mesafe, Hijyen” üçü bir arada önlemleri altında; saatçim, ustam ve amcama gideyim artık dedim. Çantacı amcam dükkânında yalnız oturuyordu. Yaklaşık 10 dakikayı bulan elli-dilli tarifin ardından:                                                                      -Hahh, senin çantayı şimdi hatırladım. Öteki dükkânın deposuna götürdüm, sen gelmeyince! 2 gün sonra gel, yapmış olurum.  Bazı insanlar Hamam Yolu’na gidiyor çanta-bavul tamir ettirmeye.  Sonra da bana getiriyorlar, bak nasıl dikmişler kenarlarını. Sökülür, elinde kalır. Esnaflık mı bu?                           Çıkarken, ustama da uğramaktı amacım. Lakin bakakaldım karşıya öylece…  Kapısı kapalı,  boş bir dükkân olarak o da bana bakıyordu!                                               Amcama sordum:                                                                                                               -Lületaşı ustası başka yere mi taşındı?                                                                            -Evet, evet.   Öldü o!                                                                                                               Ahh be ustam. Ustaydın, esnaftın, İnsan’dın…                                                               -Allah rahmet eylesin. Mekânı cennet olsun.                                                                                                           -Yok, yok, öyle değil, benim için öldü o, gitti bu dükkândan…  

İnanın; ne diyeceğimi bilemedim, bu laftan sonra. El emeği göz nuru ile lületaşına değer kazandıran, amcanın kiracısı ustamın,  “Beyaz Saray” dediğim dükkânı ile çantacı dükkânı arasında, yürüdüm ruhumla bir başıma yapay ışıkların altında…

Yunus Emre’nin sözü gelsin ve ben müsaade isteyeyim…

“Cümleler doğrudur sen doğru isen,  Doğruluk bulunmaz sen eğri isen”. 

Sağlıcakla kalın…