1945 de 55 Milyon insanın öldüğü ikinci dünya savaşı sona erdi. Bu savaş bittiğinde taş üstünde taş kalmamış iki ülke vardı. Japonya ve Almanya.  Peki bu ülkeler 15 yıl sonun da yani 1960 a gelindiğinde ne durumdaydılar, ne yaptılar ? Kısaca kaynaklara dayanarak anlatmaya çalışayım sonra da biz 15 yıllık bir dilimde neler yaptık nereye geldik bir göz atalım. Yani istese bir ülke 15 yılda dünya devi olabilir mi ? Anlamaya çalıştım.

JAPONYA’nın 15 YILI

ikinci Dünya Savaşı bittiğinde Japonya, neredeyse bütün fabrikaları hava saldırılarında yanmış yada yıkılmış, çok yüksek enflasyonla yüz yüze kalmış, gıda sıkıntısı çekilen, işgal dönemi idaresince dış ticareti kısıtlanmış bir ülke durumundaydı. Yani yıl 1945..

Ekonomi tam anlamıyla felce uğramıştı, karaborsacılık büyük boyutlara ulaşmış, ülke deniz aşırı topraklarının tamamını kaybetmişti. Öteki topraklardan gelen 6 milyon göçmenle ülke nüfusu 80 milyonu üzerine çıkmıştı. Durum Japonya için çok korkunçtu fakat Japonya savaşta kendi canlarını gözü kırmadan feda edebilen kamikaze pilotlarına sahip olduğu kadar ekonomilerini yeniden inşa etmeye kararlı idarecilere ve halka da sahipti.

"Öncelikli üretim sistemi” uyarınca artan kömür ve çelik üretimine ağırlık verildi. Bu iki ürün ülkenin sanayi çabalarının ana sermayesini oluşturmaktadır. Çelik üretimindeki artış üretimin can damarı haline geldi. Tüketimin artması ile sürdürülen sermaye yatırımındaki yükselme bunun en önemli belirtisidir. Üretim yalnızca anahtar malzeme sanayilerinde değil(çelik ve kimyasal maddelerde)aynı zamanda televizyon aletleri ve otomobil gibi tüketici maddeleri üreten yeni sanayilerde de kendini gösterdi

Bu dönemde Japonya’nın ekonomik büyümesinin ardında yatan bir başka unsur da yüksek düzeyde eğitim ile bol bulunan iş gücüne kavuşulmasıdır. Çin medresesinin eğitim biçimini yok ettiler. Bilim ve teknoloji ağırlıklı bir eğitim sistemi ile çok sayıda genç her yıl iş gücüne katıldı ve özellikle tarım kesimlerindeki bir çok işçi büyük şehirlerde bulunan hizmet işleri ile imalata katıldı.

Japonya’nın ekonomisi 1950 yılının ortalarında 1960’lara kadar hızlı gelişimini sürdürdü. Yıllık büyüme oranı ortalama olarak 1960’lar itibariyle %11’lik orana ulaştı… Ve Japonya artık bir dünya devi idi…

ALMANYA’NIN 15 YILI

 1945 4 Mayısında  2. dünya savaşı sona ermişti.. Bundan sonraki 4 yıl süresince Almanya müttefiklerin yönetimi altında kaldı. Kapitülasyonun imzalanmasının ardından savaştan galip çıkan dört devlet A.B.D., Sovyetler Birliği, İngiltere ve Fransa 5 haziran 45’teki Berlin deklarasyonu ile Almanya’da yönetimi ele aldılar. Halk ise her şeyden önce hayatını sürdürebilme çabasındaydı: Barınma konusunda büyük eksikler bulunuyor, yapılan yardımlar taleplerin çok altında kalıyordu. Bunların dışında Amerikan sigaraları en önemli ödeme aracı (para), olmuştu. İkinci dünya savaşı nedeniyle Almanya’nın birçok bölgesi devasa enkaz tarlalarına dönüştü, altyapı büyük ölçüde zarar gördü.

Önce Batı bölgelerinde bulunan sayısız büyük müessese küçük atölyelere, imalathanelere dönüştürüldü. Doğuda Rusya’nın varlığı Amerika ve diğer müttefiklerin Almanya’yı  desteklemesi  sonucunu doğurdu. Alman halkı bu kaynağı doğru kullandı. Var gücü ile eğitim ve  üretime yöneldi. 1960’a gelindiğinde üretim kapasitesi o seviyeye geldi ki iş gücü açığı doğdu ve bilindiği gibi Türkiye dahil bir çok ülkeden işçi alımı yaparak Avrupa’nın en büyük ekonomisi haline geldi..

TÜRKİYE’NİN SON 15 YILI

Son 15 yılda ekonomide ve siyaset rejiminde yepyeni bir döneme geçtik ve tarihimizde ilk defa bir parti 15 yıl üst üste iktidar olma şansını yakaladı. Peki bu 15 yılın sonun da geldiğimiz nokta nedir ?

 Bunu da Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı eski Müdürü, ekonomist Bartu Soral söylesin ;

“Türkiye’nin son 15 yılı bir borçlanma hikâyesidir. "Üretimi planlamayan, üretime yatırım yapmayan ama ithalat yapan, yol, köprü, inşaat yapan bir modeli izledik" diyen Soral,.

Türkiye’de son 13 yıldır sürekli bir büyüme hikayesi anlatılıyor. Ancak, büyüme dışarıdan giren döviz sayesinde bütün kesimlerde borçlanma ve ithalata dayalı olup, yeni yatırımlara gitmeyince, işsizlik sorunu ve gelir dağılımı çözülemedi. Büyüme refah arttırıcı, sorunları çözücü değil tam tersi sorun arttırıcı bir yapıya büründü. Hane halkının, şirketlerin borcuna bakalım, dış ticaret açığını inceleyelim, hemen görürüz.

Televizyonlarda yorum yapan komedyenlere bakıyorum, "Türkiye 2008’e kadar müthiş bir hikaye yazdı" diyorlar. Sorun orada. Bu kadar borçlanan reel sektör üretim arttırıcı alanlara yatırım yapmadı. Hane halkı içeride üretilen malları almadı. Bu borçla ithalat finanse edildi. İthal mallar alındı. O sebeple her sene dış ticaret açığımız arttı. 2003 yılından bugüne toplam dış ticaret açığı 720 milyar dolara, cari açık 530 milyar dolara ulaştı. Şunu söyleyelim. Cari açık kapanmadan sıkıntı bitmez. Dış ticaret fazlası vermeyen ülke kalkınmaz.

Yani kalkınan bir Türkiye istiyor musun, dış mihraklar ve faiz lobisine karşı mısın, o zaman sanayi ve tarım üretimini planlayacaksın, buna uygun olarak eğitim sistemini geliştirecek, ulaşım ağlarını, öncelikle de deniz ve demir yollarını planlayacaksın. Bu bağımlı ekonomi ile içeride sağlam duramazsın. Seni yavaş yavaş doğrarlar –ki bunu bugünlerde görüyoruz.

Ana muhalefet tarım ve sanayi planlaması, yatırım projeleri, buna bağlı ulaşım ağları, her il ve bölgenin mevcut ve atıl potansiyeli için çalışmalara uzak. Kalkınmanın planlaması ne söylemde var, ne ortada bu konuları bilen bir kadro var. İktidara talip değil.

Yeni kurulan parti ise  şimdilik bir vizyon ortaya koymuyor. Planlama, üretim, bağımsız bir ekonomi yaratma gibi bir ülküleri olmadığı, en azından şimdilik görünüyor.”

Bu da bizim 15 yılımız. 15 yılda yukarıdaki iki ülke kendilerine en az on ülke daha katıyor. Bizim 15 yıllık öykümüz   ise sadece bir borçlanma öyküsü.  Yeni bir vizyona ve yapısal devrimlere ihtiyacımız var. Gelecek bunu bize vaad ediyor mu ? Siz karar verin..