8  Ocak 1996 yılında yüzlerce kişinin önünde coplanarak öldürülen gazeteci Metin Göktepe’yi basın emekçileri hiçbir zaman yalnız bırakmadı.

Sarı basın kartı olmadı Metin’in…

Sarı basın kartının ‘avantajları bizi hiçbir zaman ilgilendirmedi. Sarı basın kartı için ben Rahmi Emeç hiç başvurmadık… 33 yılı aşan mesleğimizde.





“Mutlaka ben izlemeliyim’ diye Ümraniye Cezaevi'nde öldürülen tutuklular için Alibeyköy'de düzenlenecek cenaze töreni gitti Metin. Evrensel gazetesi muhabiri Metin Göktepe,

"Sarı Basın Kartı" olmadığı gerekçesiyle ilçeye sokulmadı. ‘Israrcı" davrandı, gözaltına alındı ve yüzlerce insanla birlikte Eyüp Kapalı Spor Salonu'na götürüldü.  Polisler defalarca döverken Metin hep "Ben gazeteciyim" diye bağırıyordu.

Gazeteciler, tehlikeliydi, sistem için… Hele hele ‘muhalif’ kimliğin varsa, sol bir gazetenin muhabiri isen, yiyeceğin dayağı daha şiddetli olur.

Döve döve öldürdüler, spor salonun yakınlarında ölü olarak bulundu.

“Dönemin Başbakanı Tansu Çiller ve İstanbul Emniyet Müdürü Orhan Taşanlar, Metin'in gözaltına alınmadığını; Eyüp Cumhuriyet Savcısı Erol Canözkan gözaltına alındığını ancak sonra çay bahçesinde otururken fenalaşarak sandalyeden düştüğünü; İçişleri Bakanı Teoman Ünüsan ise spor salonunun duvarından düşerek öldüğünü iddia etti.”

Metin’in ağabeyi suç duyurusunda bulunmasından dava açıldı.

İstanul’daki davanın duruşmalarına binlerce kişinin gelmezi üzerine dava önce Aydın’a sonra da Afyon’a sürüldü.

Gerek Metin’in meslektaşları, gazeteciler ve binlerce insan Aydın ve Afyon’daki davaları takip etiler.

Afyon’daki davayı Sakarya Gazetesi muhabiri olarak takip ettim.

Afyon’da ki ilk duruşmayı spor salonuna salonun ortasında kürsü, kürsü de hakimler…

Biz gazeteciler salonun ortasındayız.

Duruşma başladı, hakim öncelikle gazetecilerin çıkarılmasını istedi.

İşte o an, çoğunluğu birbirini tanımayan gazeteciler hemen karar verdiler.

Salonun ortasına oturup kol kola girdik.

Gazeteciler olarak salondan çıkmama eylemine başlamıştık.

Etrafımız sarıldı.

Gazetecilerin direnişi ve ısrarı bu davanın ne olursa olsun takip edileceğinin bir mesajıydı.

Yani tüm gazetecilerin  belki de ilk kez sesli değil ama, davranışı ve direnişiyle “İnadına hepimiz birer Metin'iz" sloganıydı.

Türkiye’nin her yerinden yüzlerce insan otobüslerle davayı takip etmek için geliyordu.

“28 Eylül 2000'de beş polis memuruna "kastı aşan insan öldürmek" ve "faili belli olmayacak şekilde insan öldürmek" suçlarından verilen yedişer yıl altışar ay hapis cezasının onanmasıyla bitti. Bir polis memuru ise Yargıtay'ın kararı bozmasından sonra 20 ay hapis ve beş ay kamu hizmetlerden uzaklaştırma cezası aldı.”

4 yıl süren davada Metin hiç yalnız bırakılmadı.

Metin Göktepe hiç yalnız kalmadı.

Ve yine bizimle birlikte.

Metin, yüreğimizde, kalemimizde, objektifimizde, kameramımızda…

Gerçek gazetecilik; Uğur Mumcu’nun, Metin Göktepe’nin, Hrant Dink’in gazeteciliğidir.