400 yıl Osmanlı egemenliğinde kalmış bir şehir. Kudüs. Üç dinin ortak kutsalı. Gündeme oturmuş bir kanayan yara daha. İnsanlık daha ne kadar acı çekecek ? Dinler daha ne kadar insanların birbirini kesmesi için bahane olacak. Din savaşların mazereti, oysa gerçekler öyle değil. Aslında din kimsenin umurunda değil sadece kılıçların çekilmesi için ihtiyaç var.
Sağ duyulu düşündüğünüzde din olgusu cahil ve eğitilmemiş toplumları boyun eğdirmek ve birbirine kırdırarak zenginliklere ulaşmak, sömürmek ve çıkar sağlamak için biçilmiş kaftan olarak görülüyor. Kudüs gerçeği de maalesef öyle. Arapların düştüğü çukur budur..
Ben burada “Bırakın şu Arap düşmanlığını” diyen o büyüğümüze karşı , hazır yıl 1917 faciasının yıl dönümü de gelmişken izninizle 1917 Kudüs’ün düştüğü gün yaşananları anlatayım..
9 Aralık 1917 günü Osmanlı Devleti’nin son Kudüs Mutasarrıfı İzzet Bey, Belediye Başkanına bir teslim mektubu vererek sabah erkenden şehirden ayrıldı. Ayrılmadan önce de telsiz makinesini çekiçle paramparça etti.
İzzet Beyin 8/9 Aralık 1917 tarihli imzaladığı belgede Osmanlıların dinî binaların tahrip
olmasından çekindiği için şehirden çekildiği, buralara muhafızlar yerleştirildiği ve İngilizlerin de aynı yolda hareket edeceğinin umulduğu ifade edilmişti.
Belediye Başkanı, sabahleyin yanında birkaç polis memuru ile Lifta’da bulunan İngiliz birliklerine doğru yola çıktı. İngilizler, beyaz bir bayrakla yaklaşan heyeti gördü . Karşılayan iki İngiliz çavuşu kendilerine şehrin teslim mektubu ve anahtarları sunuldu ise de kabul etmediler. Arkadan gelen İngiliz subaylarından iki binbaşı ve Tugay komutanı da kabul etmedi. Kimse teslim işini üzerine almak istemedi. Sonunda Tümen Komutanı Korgeneral P. Chetwode’a danışarak İngiliz Orduları Komutanı General Allenby adına teslim işini kabul etti..
Allenby 11 Aralıkta Yafa’dan şehre yürüyerek girdi..
İngilizlerin şehri ele geçirmesine en çok sevinenler, şüphesiz Hıristiyan, Yahudi ve bölgede Türk hâkimiyetini görmek istemeyen bazı Araplar idi. Gazeteci W.T. Massey, Allenby’nin şehre girişinden birkaç saat önce şu olayları anlatıyor ;
“Kızılhaç Hastanesi’nde çalışan bir Amerikalının, Türk ordusunda görevli üç yaralı Arap subayın hastaneye getirildiğini, bunlardan birinin “Şimdi yaşa İngiltere diye bağırabilirim” demesi üzerine, hastanede çok sayıda yaralı Türkün olduğunu ve dikkatli olması gerektiğini hatırlatması üzerine bunu dikkate almadığını ve “Yaşasın İngiltere” diye bağırdığını duydum ..”
Bu sırada, birisi tarafından garip bir Arap kehaneti keşfedilmişti. Buna göre, ancak bir peygamber Nil’in suyunu Filistin’e getirdiği zaman Türkler Kudüs’ten sürülecekti. İngilizler yaptıkları demiryolu hattının yanına su borusu döşeyerek Kudüs’e getirdiler. Araplar, bu yüzden, Allenby’e “Allah Nebi” (Allahın Peygamberi) adını verdiler…. (Kaynak ; Doç.Dr İsmet Üzen Tez Makalesi Çankırı Üniv.)
İlber Ortaylı bunu “Bazı Arap çevreleri Allenby’i, ‘Al Nebi’ye (peygambere) çevirmişlerdi. Gazze’den itibaren döşenen dekovil hattının kenarındaki boruyla Nil’den getirilen tatlı su kastedilerek, şehre su getiren bir peygamberin menkıbesini ileri sürmekten çekinmediler” diyerek yazar.
Allenby’i peygamber ilan eden bir milletin geleceği nokta ne olabilir ki ?
Atatürk’ün “Halkını sefalet ve cehalete teslim eden yöneticiler yok olmaya, cehalet ve sefalete sürükleyen yöneticileri seçen halk ise köle olmaya mahkumdur” ön görüsünü kavrayamazsanız, bir İngiliz subayını peygamber ilan edecek hale getirirler.. Durum budur.