Geçen hafta, eve verdiğim bir siparişi kapıda teslim alırken kırklı yaşlarında birmotokurye ile ayaküstü sohbet ettim. “Hayat nasıl, geçinebiliyor musun?” diye sordum. Cevabı beklediğimden çok farklıydı:
“Hava İkmal’de çalışıyorum, bu işi ek olarak yapıyorum. İki çocuk okutuyorum, yoksa geçinemem.”

Bir an durakladım. Eskiden Eskişehir’in en prestijli kurumlarından biri olan 1’inci Hava Bakım Fabrika Müdürlüğü, nam-ı diğer Hava İkmal’de çalışan bir işçi… Ve akşamları motokuryelik yapıyor. İşte bu cevap, beni bu yazıyı kaleme almaya zorladı.

Araştırdım, dinledim, konuştum. Kurumun içinde adım adım dolaşan endişeyi gördüm. İşçiler arasında ek iş yapmayan neredeyse kalmamış. Kimi koltuk yıkıyor, kimi hamallık,kimi düğün salonlarında garsonluk, kimi ne iş bulursa yapıyor, kimi dükkânlara ürün taşıyor. Tüm bu insanlar, Türkiye’nin en stratejik savunma işlerinden birine, savaş uçaklarının bakımına, modernizasyonuna, milli mühimmat entegrasyonuna imza atıyor ama kendi evinin bütçesini denk getiremiyor.

Askeri üs bölgesinde görevli bir işçi şöyle diyor:
“Memuruz ama asker değiliz deniyor, asker değiliz ama memur gibi haklara da sahip değiliz. Ne olduğumuz belli değil.”

Görev gereği farklı şehirlere gönderildiklerinde, subaylar orduevinde kalırken işçiler ve memurlar nerede, nasıl kalacaklarını düşünüyor. Harcırah yetersiz, ,kıyafet yardımı sembolik düzeyde. Bir fabrika işçisi anlatıyor:
“15 yıldır çalışıyorum. Bu ay elime geçen maaş 35 bin lira. Market kasiyeri kadar. Ek iş yapmadan üç çocuğuma gelecek hazırlayamam.”

Kurumda aynı işi yapan işçiler arasında farklı unvanlar var. Teknik hizmetli, yardımcı hizmetli, sözleşmeli memur, işçi… Hepsi benzer iş yapıyor ama ücret, sosyal hak, terfi şansı farklı. Unvan sınavlarında yaşanan haksızlıklar ayrı bir yara. Milli Savunma Üniversitesi’nin yaptığı son görevde yükselme sınavında, farklı branşlardan giren 35 kişi, bir kişi bile kazanamadan sistemin dışına itilmiş

İçlerinden biri şöyle söylüyor:
“Adalet istiyoruz. İşimizi severek yapıyoruz ama sesimiz duyulmuyor. Üzgünüz ama vazgeçmiyoruz.”

Mühendislik diploması alıp kurumda çalışmaya devam eden ama bu eğitimleri hiçbir şekilde kadroya taşınamayan işçiler var. 75 civarı mühendis diplomasına sahip işçi varken intibak ettirilmiyor, kurum dışından mühendislik alımına devam ediliyor. Son dönemlerde işçiler gibi çalışan asker kökenli uzman er ve erbaşların işçi pozisyonlarında işe alınması, yıllardır üretime emek veren işçilerde bir “gözden çıkarılmışlık” duygusu yaratıyor.

Oysa bu insanlar sıradan işçiler değil. F-4, F-16, C-130 gibi kritik hava platformlarının bakımını yapan, yazılım ve mühimmat entegrasyonu gerçekleştiren, milli projelerde akıl ve alın teriyle ülkesine hizmet eden çalışanlar bunlar. Yabancı şirketlerin milyonlarca dolar istediği işleri, bu insanlar maaşları karşılığında yapıyor. Hem de her gün artan yaşam maliyetleri altında ezilerek…

2008’de kurulan Test ve Üretim Sistemleri Geliştirme Amirliği’nde yerli bremze sistemleri geliştiren, ülkeyi dışa bağımlılıktan kurtaran bu kadrolar, bugün Eskişehir’in arka sokaklarında ikinci iş arıyor.

Çünkü aldıkları ücret yaşamaya yetmiyor.

Son 2,5 yılda bu kurumlardan 7.500’e yakın personel ayrılmış. Kalifiye kadrolar, bilgi birikimi, yılların emeği, deneyim... Gidiyor, eksiliyor, tükeniyor.

Şimdi buradan yetkililere, kamuoyuna ve bu ülkenin savunmasına inanan herkese sesleniyorum:

Emeği değersizleştirerek verim artmaz.
Motivasyonu kırılmış, geleceğinden endişe eden bir işçi; üretime ne kadar katkı verebilir? Fikri zayıflamış, geçim derdinde boğulan bir teknisyen; ne kadar yaratıcı olabilir?

Savunma sanayinin çocukları artık ek iş yapmak zorunda kalmasın.

Kuryelik değil; Ar-Ge yapsınlar.
Hamallık değil; mühimmat entegrasyonu gerçekleştirsinler.
Dışarıda değil; içeride ek mesaiye kalsınlar.

Güçlü bir savunma sanayii, ancak emeğin hakkının verildiği bir zeminde yükselebilir. Unutmayalım:
Gökyüzüne güvenle bakan bir ülkenin temeli, yerdeki işçinin alnındaki terdir.

Çünkü bu ülkenin savunması, onların emeğiyle ayakta. Ve emeği değersizleştirerek, vatanı güçlü kılamayız.

Hak ettiğini alamayan her işçi, savunmamızdan bir tuğla eksiltiyor.
Artık sessiz kalmak değil, onları fark etme zamanı!