Kimi zaman çevreme baka baka, bazen de adımlarımın önünde boynumu büke büke.

Şehrimin sokakları son dönemde hüzün yüklüyor üzerime!

Meyve-sebze pazarının olduğu günlerde, kaldırım kenarlarında dilenen insanların çoğaldığını gördükçe…

Çöp konteynerlarının içinden,  geri dönüşüm veya başka bir şey alan çocuk ve yetişkinlerin yakınlarından giderken, “Sadaka” demelerinden…

Derin düşüncelere dalıp, yürüyorum.

Pazar yerlerinin ara sokaklarında belli aralıklarla oturan kadınlara “Nerelisin?” dediğimde,  “Suriyeliyim” diyorlar. Çuval kaplı iki-üç tekerlek üzerinde ekmeğini kazanma çabasındaki insanların yakınından geçerken “Allah rızası için…” diye sesleniyor bazıları.

Aralık ayında gittiğim Suudi Arabistan geliyor aklıma.

Uzun somun ekmek dilimliyormuşçasına; kolu dirsekten ya da bilekten kesilmiş çocuklar, gece-gündüz demeden taşın üzerinde tek ellerini açıyorlar!

Ziyaret yerlerine gidildiğinde ise, tamamı erkek temizlik görevlileri “Selamün Aleyküm” ile etrafınızı sararak, bekliyorlar(Bilmeyenler için söyleyeyim, Suud’da en çok sadaka verenler Türk hacılar imiş).

***

85 milyon olan nüfusumuzun 35 milyonu, yardıma muhtaç insan sayısı olarak geçiyor. Merkezi Lüksemburg’da bulunan Eurostat’ın(Avrupa İstatistik Enstitüsü) 2021’de yayınladığı yoksulluk listesine göre; 36 ülke içinde altıncıyız. Ne acıdır ki, bu sayı artarak devam ediyor, ya sonrası?

“Sadaka Ekonomisi”

Yahu, iyiliğin ekonomisi mi olur? İçinizden gelir, yardım edersiniz. Çoluk, çocuk, kadın, erkek, hayvan demeden. İşlerim rast gitsin, dileğim, duam kabul olsun. Ölmüşlerimin ruhuna ulaşsın, dersiniz. Yüreğiniz rahatlar. Kimi zaman derin bir şükür çekersiniz. Hele yaptığınız iyilik yerini bulduysa, dünyanın en mutlu ve huzurlu insanı sizsinizdir. Lakin öyle bir zamandayız ki, “gerçekten ihtiyaç sahibi mi acaba?” diye içinden geçirebiliyor insan!  

Ve ne acı ve düşündürücüdür ki, İslam’a has olan sadakayı strateji yapanlar bile var!

Ne garip bir çağ, ne acayip bir dünya ve ülkede yaşıyoruz.

Doğu-batı, şehir-köy, zengin-fakir, beyaz yaka-mavi yaka, sen-ben-biz-onlar, dilenmek, helallik gibi kavramlar bu kadar doruğa çıkmış mıydı bugüne değin? “Sadaka ekonomisi” diye bir ifade var mıydı? O kadar insanımız sel felaketi nedeniyle can vermişken, “toprak suya kavuştu” ifadesi nasıl bir akıl tutulmasıdır. Bizler anonim oyuncu, ülkemiz sahne, bir filmin içinde miyiz?  

***

Değerli Okurlarım;  zıtlıklar ülkesi olma yolunda, gittikçe yükselen kaygı ve güvensizlik duyguları içinde yürüyoruz.  Nereye mi?

Cevap da, çözüm de sizde!    

Mustafa Kemal Atatürk’ün dediği gibi; “En büyük savaş, cahilliğe karşı yapılan savaştır.”

Hayatı çok yönlü algılamayı ve sorgulamayı aman ihmal etmeyin! Elimizden gelmeyenler elbette olacaktır. Ancak, unutmayalım ki; elimizden gelenler mutlaka vardır, bunlara odaklanın.

***

Yazımın son sözü; Rus yazar ve filozof Tolstoy’dan gelsin.

“Biz hem kurtların doymasını, hem de koyunların sağ kalmasını istiyoruz.”

Şimdilik hoşça kalın.