Gecenin bir yarısı uyandım. Uykum kaçtı. Sağa sola döndüm uyku yok. Kalkıp televizyonu açtım. Televizyonların bazıları gündüz yayınladıklarını tekrarlıyor. Kanalın birinde ne göreyim; Aladağ eteklerinde yaylada çekilmiş bir belgesel. Anadolu’nun güzelliklerini anlatıyor. Anadolumuzun pek çok yöresinde insanımız bahar gelince, pırını pırtısını hayvanını alıp yaylaya çıkıyorlar, güze doğru da yerleşik evlerine, köylerine dönüyorlar. İşte bu Aladağ eteklerindeki yayladaki günlük yaşamın belgeseli. Çok güzel, çok başarılı çalışma…İzlerken yüreğim büyüdü “Elinize, yüreğinize sağlık. İşte bu…” dedim. Gel gelelim, böylesine güzel çalışma niçin sabaha karşı, gecenin bu saatinde yayınlanıyor aklım almadı…
Ulan bu herifler ülkemizin güzelliklerini insanımızla buluşturmasını ya bilmiyorlar, ya da istemiyorlar, diye söylenerek düşünürken, Büyük şairimiz Melih Cevdet Anday’ın ölümünde televizyonlarda bir program yapılacak mı diye günlerce beklediğimi ve bir gece yine gece yarısı, ikiye çeyrek kala ilgisiz iki kişi oturtulmuş bir saate yakın bir program yaptıklarını anımsadım. Biri hep kendisini anlatmıştı, diğeri de Melih Cevdet’in hemen sinirlenen biri olduğunu anlatmıştı. Melih Cevdet birine bir şiirini vermiş o da gözlüğüm yok demiş. Melih Cevdet de “Şiir gözle değil ağızla okunur” falan demiş. Melih Cevdet için bir program yapılıyor derken ne şairliği, ne şiirleri, ne de romanları, oyunları üzerine tanıtan bir şey söylediler. Şiirlerinden bile okumamışlardı.
Televizyonlarımızda sanat hep gece yarısı olur. Bildim bileli senfoni konserleri, opera-bale ve festivalleri hep gecenin yatma saatlerinde, saat onikiden sonra veriyorlardı. Çok uykusuz kaldığımı da anımsıyorum. Niçin böyle diye çok düşünmüşümdür.
TRT’nin ilk yılları, İsmail Cem’in TRT’nin başına getirildiği yılları anımsıyorum. Sonra, İktisatçı Nevzat Yalçınkaya’yı getirdiler. Bugün kim var, onu bilmiyoruz. Sen ben bizim oğlan olduğunu, sık sık okuyoruz. Sadece TRT mi, Özel kanalların hepsi. Hayatlarında kültür, sanat olmayan hayatta bir tek senfoni konserine, tiyatroya gitmemiş, Kafasına göre bir iki şairden başka şair tanımayan, kafasına göre okuduğu kitaplarından başka yazarların kitaplarını okumamış kişilerin toplumumuzun ufkunu açacak programlar sunması olası mı?...
Bütün gün, kim kiminle kaçamak yapmış, kim boşanmış programlarıyla başlayan günlük yayınlar. Onları nişanlısının anasıyla ilişki kuranlar, eşini aldatanlar derken kavgalı, hakaretli yemek yarışmaları yapanlar, birkaç yıl süren saray gibi evlerde çekilmiş, konusuz, görüntüye dayanan Dallas gibi, hatta daha da ileriye, şiddete varan diziler yayınlayan televizyoncular insanımıza güzel, gerekli programlar yaparlar mı?...
Ülkemizde 50 yıldır düzenlenen, dünyanın en saygın festivallerinden biri olan İstanbul Müzik Festivali’ni veren televizyon kanalı var mı?
Ülkemizdeki ve dünyadaki müzeleri, kültürleri gezdiren, tanıtan bir program vardı. Ülkeleri, şehirleri gezdiriyoruz diye yapılanlarında nerede ne yenilir, içilir ağırlıklı değil mi?..
Televizyonlarımızda şairlerimizi yazarlarımızı, sanatçılarımızı tanıtan bir program var mı?...
Fransız, İngiliz, Alman, İtalyan televizyonlarını değil Azerbaycan, Türkistan kanallarında neler var baksalar satatın gece değil gündüz programları olduğunu görecekler…
Kültür ve sanatın yaşamı biçimlediğini kültür bakanından önce televizyonlarımızın anlaması gerekiyor. Kültür, sanatsız toplumlar yozlaşan toplumlardır.Duygusunu kaybedenler şiddeti yaratır. Duygusuzların ne insana, ne doğaya, ne çocuğa acıması olmaz. Şiirler, romanlar boşuna yazılmaz, sahnede tiyatrolar boşuna oynanmaz. Televizyon bunları niçin vermez ya da gece yarısı verir…