IMG_4523

Dünyaya gelen her yavru, yaşamın ta kendisidir.

İnsanı, hayvanı, bitkisi ile…

O yavrular hangi koşullarda büyür, gelişir, kim/ler/in elinde kendi olur ya da olmaz veya oyuncak olur!

Canlıların en güçlüsü değil, ancak en niteliklisi olan insanoğlu ile başlayalım. Sonrasında şehir dışından bir misafirimiz olacak.

İyiye, güzele, saygıya, sevgiye, olgunlaşmaya meyilli tabiata sahip, adımıza insan dediğimiz bizler; evrene eğitilmemiş karakterlerle geliyoruz.

Ya sonra…

İnsanın gelişim evrelerinden olan bebeklik, canlı modellediği ilk çocukluk ve devamındaki dünyasında, nasıl bir evrim geçiriyor da, yetişkinlikte düşünceleri sapkınlaşıp, dili ve hareketleri şiddete meyilli hal alıp, kontrolden çıkıyor?

Ne acıdır ki; her kademeden, her yaştan insanları kâh ağzımız kapalı, kâh açık, TV kanallarında ve çevremizde izliyoruz.

Uludağ Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nde Pedagojik Formasyon eğitimi aldığım yıllarda, Eğitim Psikolojisi dersinde “Şefkat ve empatinin ilk öğrenildiği yer ailedir.” Cümlesini ve benzer konuları örnekleriyle, o dönemlerde çiçeği burnunda bir anne olarak, çocuğu olan pek çok arkadaşımla konuşmuşumdur.

Can bedenden çıkmayıncaya dek, “Bilginin de zekâtı vardır” düşüncesiyle paylaşmaya devam edeceğim.

Görüştüğüm bazı tanıdıklarımın şöyle açıklamaları oluyor kimi zaman:

“Selma doğru da; çocuğa parkta, kreşte, okulda sataşıyorlar. Laf olarak, oyuncağını elinden alarak, yüzüne kum atarak… Ne yapsın yavrucak? Kendisini savunması lazım. Vuracak da, laf da söyleyecek. Yoksa ezilir.”

Sonrasında koskoca insanlar olduklarında; küfür de hak ve normal, yalan-dolan da, tekme-tokatta, dürüstlükten uzaklaşmakta…

Devamını siz getirin…

Değerli Okurlarım; Türkçemizde altı harfle yazılan, öfkenin dışa yansıması olan, travma, kavga, yaralama ve cinayet ile sonuçlanan olayların aslında temel nedeni de bu!

Bunun temel çözümü var mı, varsa ne?

Immanual Kant’a göre, “İnsan ancak EĞİTİM yoluyla insan olur.” Peki ya sizce?

“Çocukta empati yoksunluğu varsa, bunun ilk belirtilerinden birisi doğaya eziyet. Eğer çocukta hayvanlara karşı ŞİDDET eğilimi varsa, büyüdüğünde çevresindekilere de aynı şiddeti uygulayacağı kaçınılmaz” diyor Prof. Dr. Nevzat Tarhan ve şöyle devam ediyor:

“Türk toplumu olarak şiddeti onaylamayız. Geçmişimizde kanadı kırık leylekler için vakıf kurmuş, kuş evleri yapmış bir toplumuz ve bu kültür devam ediyor. Böyle bir kültürden geliyoruz ve yeni jenerasyon bunları bilmeden yetişiyor. Fakat şu an yetişen nesil, bencil olmayı öğreten modern eğitim anlayışının baskısı altında büyüyor. Bu durum sadece Türk toplumunun bir hastalığı değil. Modernizmin ve bireyselleşmeyle gelen bencilliğin bir sonucu.”

Tam da burada, İzmir’den gelen misafirimizi ağırlayalım.

TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası Eskişehir Şubemizin personeli Meltem Hanım; yaklaşık 10 yıl önce aile dostları olan Selma hanımın oğlu Erkan’a demiş ki: “Erkan bak annem, ben yavru bir köpek sahiplenmek istiyorum, ama nasıl olursa olsun, onu kendim büyüteceğim.”

Aradan zaman geçmiş.

Altınoluk’a yaz tatiline gittikleri günlerden birinde Meltem Hanım ve kızı Ezgi; Selma Hanımın çay bahçesinde otururken, Erkan: “Bugün sana bir hediye gelecek” demiş ve başka da hatırlamasını sağlayacak hiçbir bilgi vermemiş. Birkaç saat sonra eşi haber vermiş: “Sana bir hediye gelmiş Meltem, çay bahçesinde.”

Kemikleri sayılacak kadar aşırı zayıf, sıfır tıraş, her yeri yaralı, kafa ve göğüste dikişler, o kadar ki kafasından sevmek için bile dokunulamayacak vaziyette, İzmir’den hayvan kargosuyla gelen bir canlı!

Nasıl bu hale gelmiş derseniz; bu canı sahiplenen kişinin çocukları varmış ve hayvanı telle bağlayıp, şiddet uygulamış, sokağa atmışlar. Barınak görevlileri bulmuş, telleri çıkarıp, tedavisine başlamış ve kısırlaştırmışlar.

Erkan’ı, İzmir barınağında görevli arkadaşı aramış. “Bir yavru geldi” demiş ve durumunu anlatmış.

O da; “Tamam hemen gönderin” cümlesinden sonra, Altınoluk, oradan da Eskişehir yolculuğu başlıyor yavrunun.

“HERA” ismini verdikleri can, yeni yuvasına geldikten üç gün sonra bir nöbet geçirmiş. Meltem Hanım bir Veteriner Hekim’de almış soluğu. Hekim demiş ki:

“Hera epilepsi hastası, kafasına aldığı ağır darbelerden dolayı ciddi travma oluşmuş. Bu günden itibaren; yakınında olup, zor geçen yaşamını unutturmaya çalışacaksınız ve ilaca başlayacağız.”

Ancak iyi gelmemiş ilk tedavisi. Yemeden, içmeden kesilmiş, hareketleri iyice yavaşlamış derken, sevgi dolu iki ay sonunda yaraları iyileşmiş, hareket yeteneği artmış ve tüyleri uzamış Shih tzu ırkı olduğu anlaşılan Hera’nın.

Nöbetleri ne durumda derseniz? İlk günlerde haftada bir, sonrasında on beş günde bir, şimdilerde ayda bir. Hera, ailenin ayrılmaz bir parçası!

Uzun yıllar evinde kedileri olan, halen de şubemizin bahçesine gelen kediler ile ilgilenen Hera’nın sahibi Meltem Erol’a ve can dostlarımıza sahiplik yapan tüm kişi ve kurumlara “İyi ki varsınız” diyorum.

Şehrimizde; kedi ve köpeklerin sahiplendirilmeleri konusunda önemli yeri olan Eskişehir Kent Konseyi Hayvan Hakları Çalışma Grubu’muza, Odunpazarı ve Tepebaşı Belediyeleri’nin barınak yetkilileri ve çalışanlarına, emeği geçen herkese kolaylıklar diliyorum.

İnsan, hayvan ve bitki ne olursa olsun; her birine uygulanan şiddet bir bütündür ve telafisi yoktur!

Isaac Asimov’a göre: “Şiddet,  yetersiz kimsenin son barınağıdır.”

Sağlıcakla kalın!