Her zaman  doğum günü ile yaş gününün karıştırıldığını düşünmüşümdür.

Neden mi?

Efendim, doğum günü doğduğumuz, yani dünyaya geldiğimiz gün, yaş günü  ise bu günün her sene  tekrarlanan yıldönümüdür.

Hoş, doğum günü denilince aklıma sadece çocuklarımı doğurduğum günler gelir ya neyse...

Doğduğumuz gün, bu evrende özel olarak yaratıldığımızı, hepimizin şahsına münhasır kişilikler olduğunu bir türlü fark edemeyen biçarelerin, kendilerini  özel hissedişi için verilmiş fırsatlardan biridir. Belki de kendimize bir sonraki yıla kadar tutamayacağımız sözler vermekten helak olduğumuz gündür o gün, kim bilir?

Önceleri, dünyaya gelmekle sanki bu evrende bir çığır açtığını düşünen kişilerin doğdukları günü fazlaca önemsediklerini düşünürdüm.  Zamanla benim de  yaş günü algım değişti. Yaşlanıyorum mu ne?

Eskiden yaş günümü hiç bir şekilde önemsemezken şimdilerde öyle düşünmüyorum.

Şöyle ki; yaş günüm geldiğinde artık, ''oh ne güzel, bir yıl daha sağlıklı bir şekilde yaşadım, bir sene daha tüm olumsuzluklara rağmen hayatta kalmayı becerdim, bunu kutlamayacağım da ne yapacağım'' diyorum.

Diğer taraftan her yıl bir yaş daha yaşlansam da dostlarımın, arkadaşlarımın, sevenlerimin  tebrik edişine maruz kalmak, güzel dileklerle karşılaşmak, üstüne bir de  hediyeler, çiçekler almak ne kadar da  güzel.

Hele de kapımın önüne kadar gelip de ellerinde şarap, çiçek ve pasta ile "sürpriiiiiz!!!" nidalarıyla avaz avaz bağırarak kutlayan dostlarım varsa, herhalde dünyanın en özel günüdür, doğduğum  o gün değil mi?

Bunlarla karşılaşamayan insanoğlu garip, elbette beklentiye giriyor.

Sıradan günlerde dertlerinizi, yalnızlığınızı bir şekilde geçiştiriyorsunuz da yaş gününüzde bir  başka mı olunuyor ne?  Hatırlanmak, sevildiğinizi görmek, doğmuş olmanızın birileri için önemini hissetmek istiyorsunuz.

Elinizde olmadan beklentilere giriyor ve bu beklentileriniz karşılanmadığında kendinizi sıradan bir günden çok daha kötü hissedebiliyorsunuz.

Düşünüyorum da geçen yılları bir bir, son zamanlarda içimdeki heyecan ve yaşam sevincinin giderek azaldığını fark ediyorum. Zaman geçtikçe renklerini nasıl da yitiriyor her şey, her yıl fazladan hüzünlenirken buluyorum kendimi.

Elimde olmadan gözümün önüne hiç unutamadığım ve beni son derece hüzünlendiren bir kaç kare geliyor istemsizce,  boğazım düğümleniyor. Her doğum günümde nedense o görüntü tekrarlanıyor ve içten içe üzüyor beni. Keşke hep o günde kalsaydım diye düşünüyorum,  bir taraftan da özlemlerin beni en çok zorladığı an oluyor doğduğum o gün.

Sonra Hilmi Yavuz'un dizeleri geliyor aklıma...

''Hüzün ki en çok yakışandır bize
Belki de en çok anladığımız.''

Evet, her ne kadar sevdiklerimin  tebrik edişi, güzel dileklerde bulunuşu, onlardan gelen çeşitli güzellikler olsa da içimdeki azalan heyecanı bir türlü frenleyemiyorum.

Sıradanlaşıyor her şey, hele de kutlamaların mesaj olarak Whatsapp'a ya da Facebook duvarına aceleyle yazılmış alelade üç beş kelime haline geldiğini görmek daha da hüzünlendiriyor beni.

Elimizde kalan son bir kaç değerimizin özel olmak uğruna özelliklerini yitirmiş olduğunu görmek nasıl da acıtıyor canımı.

Yine de özel günlerin içinde ne şekilde kutlanılırsa kutlanılsın, en hatırlanılası olanın hatta tek önemli olanın yaş günümüz olduğunu  düşünüyorum. Sonuçta hepimiz şahsına münhasır kişilikleriz, özeliz. İşte o sebeptendir ki; doğum günümüz başka olmalı!

Kısacası efendim, insan dediğin hepi topu hayatı fark edebildiği, anlayabildiği ve bunları ona hissettirebilenler kadar.

Elbette, yeni bir yaş, yeni başlangıçlar ve umuttur her insana.

Ne diyeyim, ''İyi ki doğmuşum!''

Sevgiyle kalın, hoş kalın!